Ben Kim miyim?

Fotoğrafım
Antalya, Türkiye
Doğa'nın Maması, Eray'ın Sevgilisi, Can Eşi... Duygusal,asil, zeki, güzel, ağlak, zırlak yani tipik bir BALIK kadını :)

30 Aralık 2010 Perşembe

2011'e 1 kala....

Yeni bir yıla;

 Aşkla, sevgiyle, sevenlerinizle, sevdiklerinizle, bol şanslı, neşeli, mutlu&umutlu, çook sağlıklı ve çok paralı "MERHABA" demeniz dileğiyle....
                                 MUTLU YILLAR !!!!

28 Aralık 2010 Salı

MİNİ MİNİ MİNNACIK BİR İNSAN

Evde uzun zamandır yürüyen mini mini minnacık bir insan var.

Yürürkende sağında solunda olan herşeyi ama istisnasız herşeyi deviren biri,

Çekmeceleri açan içindekileri “tek tek” boşaltan sonra da onların üstene itinayla basan biri,

Benim çekmecelerimi “tek tek” hiç üşenmeden oturma odasına taşıyan biri, ( allahtan babasına götürüyor)

Parfümleri, deodorantları, kremleri birkaç gün sonra bulabildiğimiz yerlere saklayan biri,

Mutfak dolaplarında ki yağları, süzgeçleri… vb salona taşıyan biri,

Resimlerimizi yırtan biri,

Tükenmez kalemle bej rengi göz nuru köşe takımımı acımadan defalarca hem de bastıra bastıra çizen biri,

Streç folyo, yağlı kâğıt ve alüminyum folyo ‘yu rulolarından çıkaran ve arap saçına çevirip ziyan eden biri,

En sevdiğim kahve fincan altlarını gözümün içine bak baka yere atan biri, ( ama kendi gözlerini sıkıca kapatıyor )

Televizyon kumnadasının hangi tuş olduğunuz bir türlü çözemediğimiz tuşuna basıp televizyonu bozan biri,

PS3 Konsolunu sürekli açan biri hatta onu bozabilen biri,

Zavallı telefonlarımızı yere 1500 defa atan biri,

Laptop tuşlarına tüm gücüyle bastıran biri,

Masada ki meyveleri parça parça kopartıp yiyen ve kopartığı parçaları yere atan biri,

…..

“O” minik insan benim meleğim, aşk kızım “Doğa’m”

Doğa’ya sadece ve sadece “anneciğim ama ne yapıyorsun dediğimde hemen dudaklarını büzer, gözleri dolar ve içli içli ağlamaya başlar.

Evimizi  talan eden mini mini minnacık insanımın asla laf işitmeye tahammülü yok
Eyvah eyvah!!!

16 Aralık 2010 Perşembe

"2"

Can sıkıcı olaylar ama sonrasında iç ferahlatan haberler neticesinde; Pazartesi-Salı günü koskaca 2 gün Doğa’mla başbaşa evdeydik. Haftasonunuda katarsak 4 günü doya doya geçirdik.

Doğa’mla vakit öyle güzel, dolu ve kaliteli geçiyor ki…

Beraber geçirdiğimiz 4 gün sanki 4 dakika gibi geçti.

Tüm gün kucağımda yanak yanağa oturduk öyle televizyon seyrettik.

Tostu bir o ısırdı bir ben ısırdım. Beraber yedik.

Doğa (doğal yapım) çilekli süt içti, ben sütlü kahve içtim.

Öğlen uykusuna beraber yattık.

Aynı mönü, aynı servis, aynı itina ile hazırlanmış yemeğimizi beraber yedik.

Televizyon izlerken beraber en sütlüsünden çikolata yedik.

Yağmurun yağışını, camlara vurmasını beraber izledik.

Şimşek çaktığında korkup birbirimize sıkı sıkı sarıldık.

Elektrikler kesildiğinde üşümeyelim diye yorganın altına girip sohbet ettik.

Beraber şarkı söyledik.

Beraber yemek yaptık.

Beraber güldük.

En masumundan, en içteninden, en güzelinden...sen gibi....

DOĞA ÖZCAN

7 Aralık 2010 Salı

ALIŞ (MA)

Hiçbir zaman sabahları evden kaçarak çıkmadım, hep beni çok acıtsada Doğa'mla vedalaşarak çıktım.

Doğa’m daha birkaç aylıkken huzursuzlanırdı ben evden çıkarken, sonra biraz daha aklı ermeye başlayınca kısa süreliğine de olsa arkamdan ağlardı.

Ama şimdi…

Şimdi ki galiba en fenası… Daha fenasını yaşayana kadar…

DOĞA ÖZCAN
Bugün…

evden çıkarken bütün gücüyle bacaklarıma sarıldı. Boyu diz hizama geliyor, başını dizlerimin arasına gömdü ve gözlerinden boncuk boncuk yaşlar döküldü. Zorda olsa gözlerine baktım, onun bakışı beni kahrediyor çünkü minnacık bebeğimin gözleri öyle derin ve manalı bakıyor ki. Ona geleceğimi onu çok sevdiğimi ama şimdi gitmem gerektiğini söyledim. Başını sağa sola salladı(hayır anlamında), ağlamaya devam etti. İçim burkula burkula önce pantalonumu sımsıkı avuçlamış olduğu ellerini açtım, sonrada Doğa’mı kucağıma alıp anneme verdim. Onu gözyaşlarıyla ıslanmış yanağından öptüm, kokusunu içime çektim.

Ama o sırada bana bir bakış attı, tokat gibi…

Bir de bu bakışının yanında  “anne” deyişi var….

Anlatamam….

Zaten anlatamıyorum.

Artık her böyle olacak gibi…

Gözlerimde yaşlar, Boğazımda düğümler yutkunamıyorum, nefes alamıyorum.

Lakin alışacak, alışacağım, alışacağız…

Belki uzun bir zaman alacak bu hem de çok uzun bir zaman, belki de hiç alışmayacağız!!!

2 Aralık 2010 Perşembe

AKşam...

Her günün akşamında eve gitmeye hazırlanırken bir heyecan kaplıyor beni. Servisi beklerken dakikaları sayıyorum resmen. Eğer geç kalırsa sinirden çıldıracak gibi oluyorum. Geç kalmaması lazım, benim eve yetişmem lazım. Ben eve 5 dakika bile geç kalmam, 5 dakika daha nefes alamamam demek.
Servisten indiğimde yolun karşısına geçmek için,  yeşil ışığın yanmasını beklemek yerine, arabaların üstlerine atlarcasına, koşa koşa geçiyorum karşıya. Bu sırada heyecanım hala devam ediyor ama bir de bir sevinç kaplıyor içimi. Asansöre bindiğimde aynanın karşına geçip şarkı söylüyorum sevinçten/mutluluktan, ineceğim kata kadar kendimi sanatçı zannediyorum.
İneceğim kata geldiğimde ve asansörün kapısını açtığımda artık heyecanım tavan yapmış oluyor. Biliyorum ki içeride de benim heyecanım gibi heyecan yaşayan biri var. Benim ki Doğa’ma kavuşma, onun ki anneye kavuşma heyecanı. Neticede aynı heyecanın farklı versiyonları. Asansörün kata geldiğinin sesini duyduğunda heyecandan yerinde duramayan, kapının hemen arkasında yüzünde kocaman bir gülümseme ile beni bekleyen Doğa’ma sonunda kavuşuyorum. Anne kız öyle sıkı sıkı sarılıyoruz ki birbirimize hayattan kopmak bu olsa gerek. O saatten sonra etrafımızda olanları ne görüyor ne de duyuyoruz.
Hemen odamıza geçiyoruz, kıyafetlerimi değiştiriken Doğa’m rutin çanta kontrollerini yapıyor. Öyle sevimli ki. Kucağına alıyor çantayı ve kafası çantanın içine kadar sokuyor. İçinde ki herşeyi dışarı çıkartıyor, inceliyor. Kontrol süresinde hemen ev halini alıyorum. Sonrasında başlıyor bana gününü anlatmaya. Anlatırken bazen tükürüğü kaçıyor, yutkunuyor sonra pes etmiyor anlatmaya devam ediyor.
Sevgilim geliyor, beraber vakit geçiriyoruz. Sadece ben, sevgilim ve Doğa’m. Aslında benim en çok sevdiğim zamanlar sadece 3’ümüzün beraber olduğu zamanlar. Gerçekten çok eğlenceli oluyor, çok gülüyoruz beraber. Doğa’nın karşında garip garip oynayan, şarkı söyleyen, yerde yuvarlanan 2 tane kocaman insan ( anne ve babası) aslında Doğa kadar çocuk iki insan.
Yemeğimizi yedikten sonra, beraber kahve içiyoruz. Mis gibi türk kahvesi. Eline, ağızına, burnuna her tarafına bulaştırıyor içerken, ha birde şarkı söylüyor. Beraber oyunlar oynuyoruz, bebeklerine mamalar yediriyoruz, müzk dinliyoruz.
Zaman o kadar hızla geçiyor ki, gözlerinin kıpkırmızı olmasına rağmen uyumamakta direnen Doğa, ona doyamayan  ve hala oyun oynamak isteyen ben.
Doğa’m artık kendine yeniliyor ve rüyalar âlemine melekler gibi dalıyor.

Ben…

Bende rüyalar âlemindeyken, maalesef gerçekler âlemine geçiş yapmak için uyuyorum.

Yine olacak, yine ayrılık, yine hasret, yine gözyaşı, yine burukluk, yine vicdan azabı, yine,yine,yine…yineler bitmez bende böyle oldukça.!